Kara’nın Sevgi Tılsımı- Tanju ÖNAL – Kasım 2012
Dünyanın cennet köşelerinden biri, yaz-kış yemyeşil, portakal, mandalina ve limon ağaçlarının bulunduğu, evlerin önünden ve yanından suların aktığı, mis gibi kokan bahçelerle donanmış bir diyar… Yazları biraz sıcak ama denize yakın olması insanı ferahlatıyor. Doğal yetişen zakkumların renk renk biz de varız demelerini, kuşların mavi gökte yavrularını beslemek için yarıştıklarını duyabilirsiniz.
Her yaz gelinen, güzel zamanların geçtiği bu köyde, çocuklar büyümüş, evlenip barklanmışlar. Yuvadan uçtuklarında da daha az gelinir olmuş ama kuşlar, ağaçlar, kırlangıçlar, çiçekler birbirleri ile konuşur şarkılar söylerler bu aileyi arar sorarlarmış. Çocukluğun coşkusu hayatın telaşına dönmüş ve her telaş gibi bir vakit sonra dinmiş. Zaman zamanı kovalamış dünkü çocuklar anne baba olunca bir gün bakmışlar ki onların çocukları da buraları çok seviyorlar ve yıllar sonra çocuklarıyla köye dönmüşler.
Toprak’la Yağmur’un bu köydeki hikayesi de böyle başlamış. Anne babalarının çocukluğunun geçtiği bu sahil köyüne gelmeleriyle.
Hayat nerdeyse bahçede geçtiği için köydeki çocukların telaşları, heyecanları, bağrışmaları, gülüşmeleri, oyunları etrafta hatta evlerin içinde bile yankılanıyormuş. Büyüklerin geçmişte burada yaşadıkları anılar sanki canlı, her köşede kendi çocuklukları ile karşılaşıveriyorlarmış.
Günlerden bir gün çocukların garip telaşı, koşuşturmaları, arkadaşları ile fısıldaşmaları ile anlaşılımış ki, bahçelerinde bir misafir var. Tanrı misafiri de diyebilirsiniz. Simsiyah, pırıl pırıl bir köpeğe kol kanat germişler. Evin çocukları pür telaş koşturuyorlar, köpeği besliyorlarmış.
Bahçede, sokakta her an yanlarındaymış simsiyah köpek.
“Bu köpek neyin nesi? Aşısı var mı? Isırır mı? Çocuklara bir zararı dokunur mu?” anne babaların aklında, dilinde dolanıp duruyormuş. Köy ahalisi de köpeğin civcivlere zarar verebileceğini düşündüğünden her fırsatta hatırlatmayı vazife bilmiş “Aman ha! Köpeğe yemek verip de buralara alıştırmayın. Siz gidersiniz biz uğraşırız sonra…”
Baskıya ve şüphelere dayanamayan anne babalar kesin tavrını almış, köpeği çocuklardan uzaklaştırmak için söylenmedik söz yapılmadık iş bırakılmamış. Çeşitli oyunlar, öyküler, azar yollu çıkışlarla köpeğin gidişini sağlamaya çalışan büyüklerin gayreti izlenmeye değermiş. En çok da çocukların bu durumu kabullenir gibi görünüp kendi bildiklerini okumaları ilgi çekiciymiş. Kendi yemeklerinden ayırdıklarını gizlice köpeğe yedirip, bahçelerin arasında coşkuyla hep beraber oynamaları günlerce devam etmiş.
Çocuklar nerde, köpek onların yanında, güzel bir dostluk. Kara köpek, bütün maharetlerini oyun arkadaşlarıyla paylaşmış, sopayı uzağa atıyorlar koşup getiriyor, topu havada yakalıyor. Çocukların peşinden koşturup duruyor… Dur durak yokmuş onun için. Bir yere araba ile giderken de uzun müddet takip ediyor, gidilen yerde unutulmayacağını garantileyince geri dönüyormuş. Velhasıl çocuklarla canciğer olmuş pırıl pırıl kara köpek.
Bir gün bahçede otururken Kara’nın suda bir şeyle uğraştığını suda bir şey yakalamaya çabaladığını görmüşler. Ne oldu demeye kalmadan suya düşmüş bir kaplumbağayı ağzıyla çıkarıp toprağın üstüne bırakıvermiş Kara. Anne babalar Kara’nın kaplumbağayı yiyeceğini sanırken Kara hafifçe geri çekilip insanlara bakmış. Ters dönmüş olan kaplumbağa çocukların yardımı ile ayakları üstüne dönebilmiş, evini sırtında taşımaktan mutlu, tıngır mıngır uzaklaşıp gitmiş. Tabi bu olaya şahit olan anne babalar bir can kurtuldu diye mutlu olmuşlar. Artık Kara güvenilirliği kazanmış, kimseye zarar vermeyecek tam tersine yardım edebilecek bir dost, bir kahraman olmuş herkesin gözünde. Anne babalar Kara’nın öyküsünü köylülerden öğrenmişler. Kara aslında av köpeği imiş ama yaşlandığı için köyün insafına bırakılmış. Kara hak ettiği saygıyı sonunda kazanmış. Çocuklar da davalarında haklı çıkmaktan gurur duymuşlar.
Öyle bir zaman gelmiş ki nasıl olduğu bilinmez Kara ailenin bir ferdi oluvermiş, herkes onu kabullenmiş artık bir ailesi olmuş. Kara’nın tılsımı en çok yetişkinlerin üzerinde etkisini göstermiş. Önceleri “Aman ısırır!” diyenler “Kara buradaymış, gel oğlum!” demeye başlamışlar. Yağmur ile Toprak’ın keyfine diyecek yokmuş, artık Kara ile çekinmeden oynamayı sürdürmüşler.
Tatil bitmiş eve dönme zamanı geldiğinde çocuklar Kara’yı da eve götürelim demeye başlamışlar ama o iş biraz zor imiş…
Kara köydeki yaşlı bir amcaya emanet edilmiş. Çocuklar tekrar geldiklerinde Kara’nın etrafa neşe, mutluluk, huzur katacağını umut ediyorlar ve özlemle kavuşmanın hayalini kuruyorlarmış. İşte sevgi tılsımı böyle bir şey, çocuklar şimdi tatilden, denizden, portakal bahçelerinden çok Kara’nın özlemini duyuyorlar.