Beyaz Papatya – Perihan TOPAL – Ocak 2005
Biri toprağı kazıyordu. Toprak alt üst olmuştu. Papatya tohumu üzerine gelen tırmığın keskin ucundan son anda kurtuldu. Kendini öbür tarafa fırlattı. Ama bunun yanında toprak gevşemiş, rahatlamıştı. Toprak altında yaşayan solucanlar, böcekler, tohumlar, çekirdekler rahat bir nefes almışlardı. Daha rahat hareket edebiliyorlardı. Çekirdekler ve tohumlar tam da gelişecek bir ortam bulmuşlardı.
Papatya tohumu şöyle bir gerindi, içinde kıpırtılar hissediyordu. Uyanma vakti gelmişti. Kabuğu içinde artık rahat edemiyordu. Buna dayanamayan kabuk çatladı ve küçük papatya filizi ürkek, çekingen bir şekilde topraktan başını uzattı.
Nasıl bir aydınlıktı o! Etraf öylesine parlak ışıklarla doluydu ki ne yapacağını bilemedi. Toprak altındaki zifiri karanlıktan sonra o parlak ışıktan çok korktu. Gözünü bile açamamıştı. Tekrar başını toprağa soktu ve tüm geceyi öyle korkarak geçirdi.
– Şimdi ne yapmalı?
Kendisini koruyan, saklayan güven içinde durduğu kabuğu da açılmıştı. Kendisini bir anda yalnız, çıplak ve terk edilmiş hissetti. Duyguları karmakarışık olmuştu. Aynı zamanda toprağın üzerinde neler olduğunu da çok merak ediyordu. Hayal meyal hatırlıyordu. Toprağın üstüne başını uzattığında renkler, hareketler, tatlı bir sıcaklık vardı. Kendisini bu aydınlığa davet eden şiddetli bir istek duyuyordu. Kendi kendisine söz verdi. Ertesi günü daha cesur olacak ve başını daha çok uzatacaktı.
Hava yavaş yavaş aydınlanıyordu. Toprakta bir hareketlenme başladı. Papatya filizi de derin uykusundan uyandı, gerindi, şöyle bir etrafına bakındı. Aydınlık o kadar da korkunç bir şey değildi. Tepede kocaman bir daire şeklinde olan güneş aydınlatıyordu etrafı. Güneş sanki küçük papatya filizine gülümsüyordu;
– Haydi, küçük papatya, göster kendini.
Bu sıcaklık ve gülümseme içini daha bir ısıttı. Yine de korkak ve ürkek bir şekilde topraktan başını uzattı. Başına neler geleceğini bilmiyordu. Yavaş yavaş ortama alışmaya başladı. Kendini bıraktı daha daha yükseğe çıkmaya başladı. Kendisi istedikçe boyu da uzuyordu. Güneş her yeri aydınlattığı gibi küçük korkak papatyayı da ısıttı ve sevgiyle sardı. Rüzgar hafif hafif eserken kendisini okşadı. Toprak onu besledi, büyüttü. Aralarında bir güven oluşmaya başladı.
Bu güvenle daha bir büyüdü ve açmaya başladı. Önce beyaz yapraklarının ucu gözüktü. Güneşin aydınlığını ve ısıtıcılığını daha çok içine çekti. Ancak güneş aydınlatıp ısıttığı kadar yakıyordu da. Daha yeni oluşan ipek gibi bembeyaz taç yaprakları yanıp kavruldu. İçi kurumuştu. Bir gün şakır şakır yağan yağmurla iyice ıslandı. Boynu büküldü. Bu yeni şeyden korktu. Ancak kökleri suya hasret kaldığından yağan yağmur suyunu kana kana içti. Güneşin yakıcı sıcaklığından sonra yağmur bir ilaç gibi gelmişti. İliklerine kadar ıslandı ama susuzluğu da geçmiş oldu. Suyu iyice içine çeken kökleri daha bir sıkıca toprağa tutunuyor, incecik dalı daha bir dikleşiyordu. Küçük beyaz papatya böylece daha bir serpildi ve gelişti.
Tam güneşe ve yağmura alıştığını düşünürken bir gün “huuşşş!” diye bir sesle irkildi. Sert esen rüzgarla savruldu. Birden neye uğradığını şaşırdı. Bir yere kapaklanıyor, bir öbür tarafa eğiliyordu. Rüzgar öylesine şiddetliydi ki küçük beyaz papatya ne kadar dirense de rüzgara karşı duramıyor yerlere seriliyordu. Canı çok yanmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Bu yeni durumdan çok korktu, ürktü. Etrafına bakındı bu gelgitler sırasında. Daha olgun diğer papatyalar bu durumdan pek şikayetçi görünmüyorlardı. Bir o yana eğiliyorlar bir bu yana eğiliyorlardı. Hatta eğlendiklerini bile düşündü. Sanki rüzgarla dans ediyorlardı. İlk şaşkınlığı geçtikten sonra kendini rüzgarın esişine bıraktı. Çok da güzel oluyordu. Zevk almaya başladı bile. Rüzgarla dans etmeyi öğrendi. Her bir hareket onun gövdesini daha bir güçlendirdi. Daha bir büyüyüp serpildi. Boyu da uzadı. Daha bir güzelleşti. Bir süre sonra rüzgarın esişi artık ona bir sevgili gibi geldi. Toprak ise kökünü sıkı sıkıya tutuyordu.
Biraz daha, biraz daha içini açtı. Güneşin aydınlığına ve ısısına daha çok ihtiyaç duyuyordu. Etrafına baktı. Kendisi gibi diğer kardeşleri de yavaş yavaş açılıyorlardı. Her şey o kadar güzeldi ki!
Günün yorgunluğunu atabilmek için küçük beyaz papatya hemen uykuya daldı ve mışıl mışıl uyudu. Gökyüzünde ay iyice yükselmiş tam bir tepsi büyüklüğünde ışıl ışıl etrafı aydınlatıyordu. Birden sessizliği bozan bir gürültü duyuldu. Bir atlı dört nala arkasında büyük bir toz bulutu kaldırarak küçük beyaz papatyanın bulunduğu tarlaya doğru geliyordu. Gökyüzündeki ay, daha yeni yaşamı tanıyan küçük beyaz papatyanın atın ayakları altında ezilmesine gönlü razı olmadı. Bir bulutun arkasına geçiverdi. Etraf birden karardı, atlı yolunu şaşırdı ve başka bir yöne doğru atını sürdü ve oradan uzaklaştı. Küçük beyaz papatyanın bundan haberi bile olmadı. O derin bir uykudaydı ve kim bilir ne güzel rüyalar görüyordu.
Rüzgar onu sarsmadan yavaş yavaş okşayıp severek uyandırdı. Beyaz papatya bu dostluktan ve sevgiden mest oldu. Bu güzelliği kelebeklerin dikkatini çekti. Rengarenk güzel bir kelebek gelip küçük beyaz papatyanın taç yapraklarının üzerine kondu. Küçük beyaz papatya yine şaşırdı. Üzerine bir ağırlık çökmüştü. Onu taşıyabilmek için zor ayakta duruyor, tüm gücünü kullanıyordu. Silkelenip bu ağırlığı üzerinden atmaya çalıştı ama olmadı. Hem ağırdı hem de gıdıklıyordu. İçi bir tuhaf olmuştu. Bu şeyi merak etti. Ona kızamıyordu da. Kelebek küçük beyaz papatya ile dost oldu. Küçük beyaz papatya artık her gün kelebeği heyecanla bekliyordu. Onun kanat çırpışlarını duyunca hemen taç yapraklarını daha bir açıyor ve kokusunu daha bir etrafa saçıyordu. Kucağını açıyor kelebeği davet ediyordu. Kelebek bu sevgi dolu çağrıyı geri çevirmiyordu, gelip küçük beyaz papatyanın tam da göbeğine konuyordu. Artık kelebeğin ağırlığını hissetmiyordu bile. Kelebek neler yaptığını, hangi çiçeklerle neler konuştuğunu anlattı uzun uzun küçük beyaz papatyaya.
Bir gün bir arıyla tanıştı. Arı tam da gelip göbeğine kondu. İçinden, özünden birşeylerin koptuğunu hissetti. Özene bezene oluşturduğu minicik sapsarı tohumları arının ayaklarına yapışıyordu. Arı bir bu papatyaya bir öbür papatyaya konarak özlerini emiyordu. Rüzgar estikçe tohumları etrafa saçılıyordu. Toprağa düşen tohumlar kısa sürede kendisi gibi topraktan başlarını uzatıyorlardı. İçi sevgiyle doldu. Bir sürü yavrusu yaşama merhaba diyordu.
Küçük beyaz papatya diğer papatyaların öldüğünü görüyordu. Bir gün kendisinin de öleceğini düşündükçe kahroldu. İçini bir ölüm korkusu sardı. O hep yaşamak istiyordu. Şöyle bir yaşamını gözden geçirdi. Zor günler geçirmişti. Yerlere serilmiş, ezilmiş, üzerine taşıyamayacı ağırlıklar çökmüştü. Ama hep zorluklardan sonra daha güçlü olarak yaşamaya devam etmişti. Yaşama sıkı sıkıya sarıldı. Etrafına daha dikkatli baktığında zamanla ölen papatyaların yerine yeni yeni pek çok küçük papatyaların doğup gelişip büyüdüğünü farketti. Tüm varlıklarla bir olduğunu, bütünlendiğini anladı. İçinde o saf aşkı gördü. Ölümün aslında “yok olmak” olmadığını anladı birden. Yaşam devam ediyordu. Ölümsüz olduğunu anladı. Hiç yerinden kımıldayamasa da, tüm evrenle ilişkide olduğunu her şeyle bütün olduğunu biliyordu artık.
Küçük beyaz papatya çok mutluydu artık. Bir rahatlama hissetti. İçi coşkuyla doldu. Korkacak hiçbir şey olmadığını anladı. Toprak ta, rüzgar da, güneş te onun için vardı. Onu sevgiyle sarıyorlardı. Birden tüm içini açıverdi. Saklayacak neyi vardı ki… Güneşe hasretti. Rüzgarı seviyordu. Bilgiye açtı. Gördüğü, duyduğu ve dokunduğu herşeyi öğrenmeye başladı ve bilgiyi özümledi. Bu süre içinde çok şey öğrendi. Bıraktı kendisini doğanın ellerine güvenle.. Olabildiğince gösterdi güzelliğini. Kendisi de zamanı geldiğinde bu yaşama veda edecekti. Yaşama kendisinden birşeyler bırakacaktı. Bedeni artık olmasa da hep yaşayacağını biliyordu.
İlk yaşamla tanışması, güneşe, rüzgara, yağmura ilk direnişleri ve sonra onlarla dost oluşu, kelebeklerle, arılarla dans edişini hatırladı.
– Güzeldi be! diye iç geçirdi.
Genç kız beyaz bir halı gibi görünen tarlaya geldi. Beyaz papatyaları toplamaya başladı. Onları özenle beyaz bir örtünün üzerine serdi. Günlerce kurumalarını bekledi. Kuruyan papatyaları bir kavanoza koydu ve diğer çiçek kurularının bulunduğu rafa yerleştirdi.
Küveti sıcak suyla doldurdu. Bir avuç beyaz papatyayı küvete döktü. Genç kız sıcacık, papatya kokulu küvete uzandı. Avucuna gelen küçük beyaz papatyaya gözü takıldı. Birden küçük beyaz papatyayla içten içe konuştuğunu fark etti. Küçük beyaz papatya genç kıza hayatını anlatıyordu.
Rüzgar beyaz papatyayı okşarken tohumlarını da etrafa saçmaktadır. Toprağa düşen beyaz papatyanın tohumları zamanı geldiğinde korkak, ürkek küçük birer papatya olarak yeniden doğacaklardır.
Kelebek beyaz papatyayla dostluk ederken ayağına bulaştırdığı tohumları diğer çiçeklere ve bitkilere taşıyarak iletişimi sağlar. Beyaz papatyayı diğer çiçeklerle tanıştırır. Bu tanışmadan yeni türler, yeni bilgiler ortaya çıkar. Bir bütünleşme ve paylaşım olur. Hepsi birbirlerini tanırlar ve severler.
Arı beyaz papatyanın tüm yaşam deneyimini ve enerjisini alır, kovanına götürür. Peteğine koyar ve bal yapar. Balını yiyen tüm varlıklar bu yaşam enerjisini ve bilgisini paylaşırlar.
Bunu anlayan beyaz papatya büyük bir sevgiyle ve minnetle veda eder. Bilir ki kendi hep yaşayacaktır.