Kabul Özgürlüktür – Özlem KAYA – Mayıs 2014
‘Bağışlamak çok büyük bir özgürlüktür’ demişti bir keresinde içimin sesi. Öyle ise özgürlüğe açılan kapı insanın kendini bağışlaması, kendini olduğu gibi kabul etmesi olsa gerek. Çünkü en acımasız olduğumuz kişi genellikle kendimizizdir ve geviş getirmeyi pek seven zihnimiz yaptığımız hataları tekrar tekrar hatırlatır bizlere, bin kez yaşatır aynı sahneyi. Hatta bazen bununla yetinmez; üstüne bir de Yeşilçam’ı kıskandıracak senaryolar yazar.
Ne çok yargılarız, kabul etmekte zorlanırız olduğumuz gibi kendimizi. Sevmek, anlamak, şefkatle kucaklamak sanki hep başkaları için olur gibi. Oysa yolculukta sağlam ilerlemek istiyorsak kendini sevmek olmalı ilk adım.
İlk adım… kısacık, tek bir adım gibi gelse de kulağa öyle kolaycacık oluvermiyor. Tıpkı bir bebeğin yürümeyi öğrenme macerası gibi; bebek bir gün ansızın yürümeye başlamış gibi görünse de, aslında aylarca emekleyerek, taytay durarak, koltuktan ya da uzanan bir elden destek alarak buna cesaret edeceği güne hazırlanır. Yapabilirsini duymak ister, uzanan eli görmek ister, yalnız olmadığını, düşerse onu kucaklayacak birinin olduğunu bilmek ister. Güvenmek ister. Ama düşse de kalkar; tekrar ve tekrar denemeye devam eder. Tek başına ayakta durmak ister, özgür olmak ister.
Kendini sevmek de çoğu kişi için böylesi zorludur; cesaret ister, kararlı adımlar ister, kabul ister. Uslu taraflarımızı sevmek, kabul etmek daha bir kolaydır da; yaramaz tarafımızı bağrımıza basmak epey bir zaman alır, şefkat ister, cesaret ister hatta bazen başkaldırı. Özgürlüğe açılan kapıdır kabul; önce her şeyi doğru ya da yanlış diye kümelemekten vazgeçmeyi gerektirir. Tüm düşüncelerden, toplumsal kabullerden, etiketlerden soyunmayı gerektirir. Soyunmak ürkütebilir insanı; yalnız ve farklı hissettirebilir ama içimizdeki biz bilir yolun sonundaki paha biçilemez ödülü. O yanımız koşmak ister özgürlüğe ama yavaşlatır bizi doğru sandıklarımız.
Bazen büyüklerimizin ‘iyi çocuklar böyle yapmaz’.diyen sesleri çınlar kulaklarımızda. Sonsuz bir iyi niyettir elbet konuşan ama bilmez ki geleneksel ağızlar; ona verebileceği en iyi miras kendi olması sürecine verilen destektir. Bilselerdi ‘Şöyle yaparsan seni severim’ demezlerdi tövbe billah. Sevgisi gönüllerinden taşanlardı onlar aslında; ezberleriydi bunları onları dedirten.
Bağışlanacak biri olmadığını kavrayınca açılır kabul kapısı. Kabulde eksik yönlerimizi cesaretle görmek ve sahiplenmek vardır. Sahiplenmek, tasdik etmek değildir, tüm benliğimizin, hoşlandığımız ve hoşlanmadığımız yanlarımızın sorumluluğunu üstlenmektir. Ve sürecin ikinci kısmı gelir ardından. Şefkatle tüm yönlerimizi kucaklamak.
Kendimi koşulsuzca, sadece kendim olduğum için sevmek ve kabul etmek. Şüphesiz ki bu ‘ben böyleyim, kendimi böyle seviyorum, değişmem’ demek değil. Düşünen bir kalp böyle katı olmaz ki zaten. Aksine, kabul değişimin yeşerdiği topraktır.
KABUL; içimizde ve etrafımızda olanı, gerçeği net olarak görmek ve açık, samimi ve sevecen bir kalple kucaklamaktır.
Kabul önemli bir eşiktir benden içeri bana.
Kabul kabullenmek değil, yargılamamamaktır, esnekliktir, özgürlüktür.
Kabul eylemsizlik değil, dingin eylemdir.