Can Kulağıyla Dinlemek; Derin Dinlemek – Dr. Serap AKDAĞ GÖKMEN – Mart 2015
Dinlemek, tek yönlü, pasif bir iletişim şekli değil, iki kişilik derin bir deneyimdir. Bu deneyim, sadece dinleneni değil dinleyeni de çözümün hayat bulduğu bir üst gerçekliğe taşır.
Birbirimizi gerçekten, derinlemesine dinlediğimiz ve anladığımız zaman yaratıcı çözümlerin ve sonsuz seçeneklerin kapısını aralamış oluruz. Anlaşmazlık veya yakınma diye tanımlayabileceğimiz durumlarda, kalbimize odaklanıp onun kulağını açtığımızda bizi ‘an’a taşıyan, aramızda her ne oluyor ise, ona, yeni bir anlam, yeni bir boyut ve farkındalık katan müthiş bir deneyime dönüşebilir. Kalbinden akan sevgiye odaklanan her varlık, kendini hızla ‘an’a ve onun tılsımlı iyileştirici alanına taşıyabilir.
Anda olmanın sırrını çözen insan, bunun kişisel deneyimlerden, yaşam hikayelerinden özgür bir alan olduğunu çok iyi bilir. Bu alandayken zihin susar, çözülmenin ve ardından çözümün dinginliği yaşam bulur. Bu alanda fikirler, öneriler, nasihatler ve hikayeler sessizleşir.
Dinlemenin, aynı zamanda derin bir tedavi etkisi de vardır. Karşınızdakine bir nevi “psikolojik solunum” olanağı verirsiniz. İnsanlara açılmaları için gerçek bir fırsat verdiğinizde şifanın bizatihi kendisi olursunuz.
Bu açılan alan, daralan gönüllerde bir nefes gibidir, kabuklar erir, dirençler çözülür. Bir düşünelim, yaşam boyu yapmış olduğumuz sohbetlerde karşımızdaki kişilerin en mutlu olduğu, keyif aldığı, sorunda çözüme yaklaştığı veya yakaladığı ve bunu dile getirdiği paylaşımlar genellikle iyi bir dinleyici olduğumuz, hatta hemen hemen hiç konuşmadığımız durumlardır.
Bu deneyim sadece dinleneni sıfır noktasına taşımakla kalmaz dinleyeni de çözümün üretilebildiği bir üst gerçekliğe taşır. Çok basit, sus, dur, dinle.
Sessizlik, kelimelerin çok ötesinde bir bağ sağlar. Bazen alışkanlıklardan dolayı konuşuruz ve konuştuğumuzda karşımızdakini sözcüklere dayanarak anlamaya çalışırız ve bu arada devreye ister istemez kişisel bakış açımız, hikayemiz ve ön kabullerimiz girebilir. Oysaki anlamak, gerçekten anlamaya çalışmak, çok ciddi bir bakış açısı değişikliğini gerektirir. Ancak böylesi bir yaklaşımla “kelimelerin arkasındaki gerçeğe” odaklanmamız kolaylaşır. Örneğin, sizden nefret ettiğini söyleyen çocuğunuz aslında sizi çok sevdiğini ve ilginize ihtiyacı olduğunu söylemeye çalışıyor olabilir. Kelimelerin ardına bakabilmek, önemli bir odak değişimi ve farkındalık gerektirir.
Sorulmadıkça fikrini söylememek ve öneride bulunmamak başarıldığında inanılmaz etkiler yaratır. Nasihat vermek pek sevilen bir şeydir. Hemen sizi hiyerarşik olarak bir üst basamağa taşıyıverir. İyi niyetli tavsiyeler bile sizi, karşılıklı buluşabileceğiniz alandan (sıfır noktasından) koparıp uzaklaştırabilir. Birden sıkça “Bak sana anlatayım” la başlayan cümleler kurarken buluruz kendimizi…
“İnsanlar seni yanlış anladığında dert etme, duydukları senin sesin fakat aklından geçirdikleri kendi düşünceleridir.” Mevlana
Diğelim ki anlatan bir sorununu paylaşıyor; derinden dinleyenin açacağı alanla başlayan bu yolculuk, sizi sorunun yaşandığı gerçeklikten alır, çözümün var olduğu bir üst gerçekliğe taşır. Doğal olarak sorunu yaratan dirençler, yargılar, hikayeler ve duygular birden çözülüverir. Bir üst gerçekliğin doğası gereği çözülmenin arkasından çözüm de gelir. Sanki bir mucize olmuş gibidir; oysa gerçekte olan tüm potansiyellerin varlık bulduğu alanla bir buluşma yaşanmasıdır.
Oyunculuk yapmadan anlamaya çalışırsanız, kelimelerin çok ötesinde olan belki sadece sessizlikle açılan alanda kalplerle kurulan bu bağ, hiç şüphesiz şifanın ta kendisi olacaktır. Bu tür bir anlayış tekniklerin çok ötesindedir ve teknik uygulamak, kalplerin arasına bir engel koymak gibidir. Beceriler ise anlamak için samimi bir niyet olmadıkça etkilerini tamamen yitirirler.
Anadolu’nun bilge ataları, “Can kulağı ile dinlemek” derken herhalde tam da bunu anlatıyorlardı.