Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde develer tellal, pireler berber olmadan önce, “İNSAN” henüz “insan” a inmemişken her şeyi bilirdi de bildiğini bilmezdi. Bilmeyi bilmek istedi, ne olduğunu anlamak, ne olmadığını bilmek istedi. O zamanlar “zaman” yoktu. Önce mekanı yarattı, zamanla sarmaladı. Sonra daldı içine. “Az gitmek, uz gitmek, bir arpa boyu yol gitmek” ne demek o an anladı. aslında yarattığı hapishaneymiş. “Ol” diyene “öyle olsun” dedi. Zamanla, mekanla oynarken/oyalanırken kendini unuttu. “An”ı “zan”a çevirdi.
Hikaye böyle başladı.
Hala kendini aramakta, karanlık ormanda dönüş yolunu bulmaya çalışmakta…
“Zaman nedir? Kimse sormazsa ne olduğunu biliyorum. Ama birine açıklamaya kalkarsam artık bilmiyorum…”
-Aziz Augustinus-
Yüzlerce yıldır insanlık filozoflar, fizikçiler, bilim insanları, inanç insanları aracılığıyla “zaman nedir?” sorusuna yanıt aradı. Hala da aramakta. “Ne” sorusunun ulaştıracağı sonuç insanlığı hiçbir zaman tatmin edemeyecek gibi görünüyor. Yer yüzü zihin algısının sorusudur bu. Elbette bazı geçici sonuçlara, kuramlara, yargılara, kabullere ulaşacak ta ki “zamanla” yeni kuramlara, varsayımlara, kabullere kadar. Oysa bu sorunun yanıtı “neden?” sorusunda saklı belki de. Ya da “İNSAN” nedir? Sorusunun arkasına gizlenmiştir.
Zamanı saatle, takvimle, yılla, mevsimle, ömürle ölçmeye çalışırsanız hata yapma olasılığınız yüksek demektir. Zamanın ölçüsü “kendin olmakla” ve bunun “farkındalığı” ile ilgilidir. Zaman, aklın değil, bilincin konusudur. Zamanı parçalara ayıran, saatle, yılla, mevsimle ölçmeye çalışan zihindir. Bu yüzden “vakti”, günleri, ayları, yılları zaman diye sayar, zamanı anlamaya çabalar. Oysa anlaşılması gereken zaman değil, insan. İnsan kendini, kendi bütünlüğünü anladığında, tanıdığında zamanı da çözmüş olacak, zamanın “geçmişten geleceğe” ya da tersine akan bir gerçeklik olmadığını anlayacaktır. İnsan zamanın içinde değil, zaman insanın içindedir ve zaman “insan” içindir. İnsan kendini “çözdükçe” zaman da “çözünecektir”.
Zamanı zihniyle arayan ya da yaşayan “insan” için gizemlidir, ürkütücüdür, öğütücüdür, yıpratıcıdır, aldatıcıdır.
Oysa, bir yanımız zaman içinde yüzer, bir yanımız zaman ve mekan dokur. Bir yanımız “yok” zaman, bir yanımız “var” zaman, öte yanımız zamanlar ötesinde, yolun başında bekler bizi.
Zamanı ve mekanı dokuyan yanımız’ın zaman ve mekan içinde yüzen yanımıza sunduğu tek bir zaman vardır. “Aklen” kavranması güç, “bizatihi” kavranması gereken tek bir zam”an”. Aklın kavradığı “zan”, varlığın kavradığı “an”.
Bu nedenle ürkütür insanı zaman. Algılar farklı olsa da isimlendirmeye, etiketlemeye çalışır. Kimileri mutlak olduğunu, kimileri göreli olduğunu, kimileri illüzyon olduğunu, kimileri gerçek olduğunu, ya da hiç olmadığını iddia eder. Belki bunların hepsi zamanın görüntüleri. Bilmece gibi sunar kendini, “kendini bilmece” sorumluluğunu hatırlatır gibi.
Zaman yerleşik, genel geçer inancın sandığı/sunduğu kadar ürkütücü, acımasız, yıpratıcı, aldatıcı değildir.
Belki de insanlığa sunulmuş şefkat, merhamet ya da “kurtarma sınavı” olabilir. Zaman sizi SİZE götüren, bu yolu yürüdüğünüzü fark etmenizi, idrak etmenizi sağlayan bir armağan da olabilir.
“Zamanla nasıl değişiyor insan, hangi resmime baksam ben değilim”
C.S. Tarancı
Ne güzel söze dökmüş şair. Hiç bir resimdeki siz, siz değilsiniz. Fark etme niyetini taşıyanlara, baktığı resimde gördüğüne değil, bakan gözün ardında (içinde) durana yönlendirir zaman.
Yer yüzünde her şey zamanla değişmez. Her şey her an değişmektedir ve zaman bunu fark etmenize hizmet eder. Bir idrak alanı açar. İnsanın “madde” deneyiminin katalizör enerjisidir.
Zaman sabrı öğretir insana, fark etmeyi, teslimiyeti öğretir. Sonsuz “şimdiyi” fark etme olanağı sağlar. “Unutabilme”, “aşabilme”, “değişebilme”, hediyesini bağışlar. Kendinize, olan bitene daha dikkatli, daha derinden bakmanıza olanak sağlar. Her şeyin değilse de pek çok şeyin ilacıdır.
Anılara, hayallere ve şimdiye zemin sağlar. Yarattığımız sonuçların sorumluluğunu almanızı, anlamanızı sağlar.
Zaman size yeterince “an” sunar. An’da var olup, zamanda varlığını yaşar (ifade eder) insan. Ancak insan an’da değil, zamanda anlayabilir, değerlendirebilir, görebilir kendini. “An” çemberin merkezidir, zaman çemberin çevresi. Tüm var oluşun bir ayağı merkez, diğer ayağı çemberin çevresidir. “Anlam” ve “olanak” merkezde durur, “yaşam” ve “olasılıklar” çemberde döner. Ancak iki yanını “bir” eden varlık bu dönen “semahı” anlayabilir.
Zamanı yaratan yanımız gerçektir ama zamanda yaşayan yanımız gerçeği arar. Zamanı yaratan yanımızın bilincine (farkındalığına) ulaştığımızda, kendimizin efendisi olduğumuzda artık “zamanın da efendisi” olmayı keşfetme ihtimali artar.
Tabii bu bilinç alanında da dikkatli olmak gerekir. İnsanın kendi yarattıklarıyla oyalanması, ‘sonsuz kendine giden yolu’ da uzatabilir. Ne de olsa zaman, bir anlamda eğlenceli bir oyundur aynı zamanda.
Her şeye rağmen yine de; zaman masumdur. Zaman aynadır. Zaman fırsatlar çarşısıdır, kendiyle, var oluşla dost olan herkes için. Nasıl bakarsa öyle görünür insana. Nasıl düşünürse, nasıl davranırsa öyle davranır.
Kim bilir? belki de “zaman” hayatın ta kendisidir. Bilgelerin “boşa harcamayın” diye öğütledikleri şey zaman değil hayattır…
“Geçen zaman değil, kendine giden sensin” der gibi…
Levent KENTER
Ankara, Ekim 2019
* Fotoğraflar: Levent Kenter
* Semazen Grafik: Anonim
Bir Yorum
Yorum yazabilirsiniz
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Ne güzel bir zaman ve AN makalesi olmuş.. farklı bakış açıları ile felsefi bir anlatım olmuş . Eline emeğine Gönlüne sağlık. Levent .