“Doğrular, GERÇEĞİN düşmanıdır” Miguel De Cervantes
Gerçek İNSAN olma yolculuğunda, anladığımız ve anlamlandırdığımız bilgilerden, algı ve deneyimlerimizden oluşturduğumuz birçok realitemiz (gerçeklik hallerimiz) vardır. Kendi kendimize yarattığımız ve bir süre sonra farkında bile olmadan içinde yaşamaya başladığımız bu ‘Realiteleri/Gerçeklikleri‘ çoğu zaman ‘Gerçek’ sanabiliriz.
Hayata, olaylara ve birbirimize acaba
kendi Gerçekliklerimizden mi bakıyoruz,
yoksa onları GERÇEK ’ten mi görüyoruz?
‘GERÇEKLİK (Realite)’ benim, bizim veya toplumun algıları ve inançlarıyla şekillenir ve zamanla ‘GERÇEKLİĞİMİZ (Realitemiz)’ olur. Bunu hem kendimiz yaratır hem de İÇİNDE YAŞARIZ.
‘Gerçeği’ bir vesileyle farketmiş ve bir süreliğine deneyimlemiş olabiliriz. Ancak bu yaşanmışlığı, derin bir farkındalıkla sürekli kılmadıkça ‘Gerçeği’ kendimize ait kılıp bir süre sonra kendi ‘doğrumuza’ dönüştürebiliriz. Kendi doğrumuza dönüştürüdüğümüz bu ‘Gerçek’ bir süre sonra artık bizim ‘Gerçekliğimiz’ olmuştur.
Bu durumu, iyi ve kötünün ötesinde bir perspektiften değerlendirmek, hatta varoluşun ve çoğalmanın doğal bir sonucu olarak görmek gerekir. ‘Gerçeği’ beyaza veya siyaha benzetiyor olsaydık, renkler bir nevi Gerçekliklerimiz olurdu. Kısacası Gerçeklikler, ‘Gerçeğin’ koşullara, zamana ve mekana, bana veya bize göre ‘doğrulanmış’ versiyonlarıdır. Nitekim bu ‘doğrular’ doğal olarak bir süre sonra kendi zıttı olan ‘yanlışları’ da doğuracaktır. O yüzden çokturlar.
Realiteler katman katmandır ve kendine ait alt ve üst seviyeleri barındırır. Her bir Realite, sahip olduğu bilgi ve yaşanmışlıklarla, canlı ve kendi kendini savunan bir varlık gibi davranır. Bu yüzden realiteler, genellikle belli bir bilinç düzeyinin kurgusuyla şekillenir ve yansıyıp çoğalır. Farkında olmadan kendi kendimizi belli bir realitenin savunuculuğunu yaparken bulabiliriz. Böylece sahip olduğumuz duygu ve düşüncelerle, istemeden de olsa bu bilincin çoğalmasına hizmet eder ve adeta o realitenin bir nevi elçiliğini üstlenmiş oluruz.
Doğru ve yanlışları barındırdığı için birbiriyle çatışan, aslında Realitelerimizdir.
Peki doğrularımız bizi Gerçeğe ulaştırabilir mi?
Doğrularımız sevgi, saygı, şefkat ve sabır ile harmanlandığında ‘evet’, aksi takdirde hayat boyu kendi kendimizi tekrarladığımız bir realiteye dönüşür. Bu nedenle belli bir realitenin içindeyken yapılabilecek en iyi şey, hiç değilse o realitenin birliği için çalışmaktır.
‘Gerçeği’ kendi içinde uyandırmış bilinçler ise tüm realitelere
saygı duyar ve onların birliği ve bütünlüğü için çalışır.
‘Gerçek’ Gerçektir, tek, bir ve bütündür. İÇİMİZDE VAR OLAN, zaman, mekan ve koşullardan bağımsız ve O’na ait olandır. Öz’ün kurgusuyla şekillenir ve var OL’ur. İçimizden doğar ve onu içimizde(n) yaşarız. GERÇEK’in, bilinen anlamıyla, bir üst veya alt limiti yoktur. Tüm Realite’leri birbirine bağlayan bir kudrete sahiptir. Realiteler(imiz)i ‘tesbih taneleri’ne benzetiyor olsaydık, Gerçeği de ‘tespih ipi’ olarak değerlendirmek mümkün olurdu.
Hayata ve olaylara Gerçek’ ten bakıldığında,
birbirini derinden anlayan ve keşfeden ilişkiler,
uzlaşı ve uyum getiren diyaloglar yaşanır.
Gerçek bizim içimizde, ancak onu doğurmadığımız sürece, biz bir Gerçekliğin içinde yaşarız. Hatta tüm bir hayatı, Gerçek ile hiç temas etmeden, realite veya realiteler içinde geçiriyor olabiliriz. Farkındalığımızı diri tutmanın ve buna uyanık olmamızın en iyi yolu, ‘olmaz’larımızı farkederek en aza indirgemek, içinde bulunduğumuz realiteyi sorgulamak, daha kapsayıcı üst realitelerin olabileceğini kabul etmek ve her birimizin içinde var olan ‘Gerçek Kaynağa’ veya ‘Gerçeğin Kaynağına’ yönelmektir. Bu yolla ‘özgür ve bağımsız’ bir iradeye sahip olur, ‘akıl ve gönül birliği’ni kurabiliriz.
Gerçeğe yolculuk ile Gerçek’le yolculuk birbirinden ayrı süreçlerdir…
En önemlisi ise Gerçek İnsan olma serüveninde, kendimizi tanıma ve gerçekleştirme adına tekrar tekrar var ettiğimiz ‘KENDİMİZDEN ÖZGÜRLEŞMEKTİR’. Bu özgürleşme sayesinde, içimizdeki ‘Gerçek’ ile temas etmeye başlarız. İşte o zaman “Bütünün Gerçeği”ne dokunur ve ‘Gerçek’ten görüp yaşamaya’ başlarız.
Bu çok basit gibi görünen zorlayıcı bir süreçtir. Çünkü Sadece Gerçek, Gerçek’e dokunabilir.
M. Ali KAYA, Mart 2017