Kış Başında Bahar – Füsun YÜRÜTEN – Şubat 2015
Bugün Aralık ayının tam ortası, hava bahar gibi. Uzun zamandır tıs tıs yağan yağmur bugün yerini güneşe bırakmış. Fırsat bu fırsat diyip attım kendimi bahçeye. Niyetim havayı solumak, toprağı ayaklarımın altında hissetmek, güneşin saf dokunuşlarıyla okşanmak.. Bir nevi meditasyon benim için. Bu arada sonbaharın geçen güllerini de budarsam onların da yüzü güler. Yerlere dökülen çınar yaprakları ve diğer meyve ağaçlarının ufak tefek yaprakları da toplanmalı. Hemen iş bölümü hazır, sevgili eşim ben yaprakları toplarım diyerek işe koyuldu.
Hava öyle taze ki, geçtiğimiz bir kaç gün içinde esen rüzgar oksijeni bol, tozu az bir hava yaratmış, tazelemiş. Kuzey rüzgarları dedim içimden, havadaki tozu alıp götürür, tertemiz olur gökyüzü. Bir baktın mı ufka, taa uzakları görürsün. Olabildiğince doldurmak gerek ciğerleri ve tüm bedeni bu havayla. Oksijen oranı da, detoks etkili iyonlar da çok olur kuzey kutbundan yol bulup gelen rüzgarlarda. Bunlar sahra çölünün toz taşıyıp yağmur, kar yağdıran rüzgarları gibi değildir. Arındırır tüm bedeni, kanı hızlandırır, bir tazelik gelir insana. Tüm sıkıntılar uzaklaşır gider içinden. Derin derin soluyup doldurdukça temiz havayı, sanki bir bahar doğdu içimde. Her nefes ne değerli, havanın bedende varlığı yaşamın kaynağı..
Yürüdükçe toprağın üzerinde, akıp gitti tüm biriken enerji. Benden akanı sevgiye dönüştür toprak dedim. Benden aldığınla üzerindekileri besle, büyüt onları dünya ana dedim. Sevgi öyle duru ve saf akıyor ki insan doğada olduğunda. Varlığından akanın heryeri kapladığını, sevginin doğa ile bütünleşip, bir olup yayıldığını hissediyorsun.
Güllerin geçenlerini budadıkça, sürgünde olan dalları gördüm. Pek çok gül dalının üzerinde bir dolu tomurcuk gül. Kış başında baharı yaşar gibiler. Kırmızı, pembe, beyaz rengarenk. Kimi biraz daha büyümeye fırsat bulmuş, kimi daha minicik. Hani bir iki gün daha sürse bu güneş, hepsi tümüyle açacak. Topraktan almışlar canlarını, köklerinin olduğu derinler hala sıcak, soğumamış. Ilık ılık yağan yağmurlar can vermiş, yürümüş dallarına. Güllerin bu mevsimde bile açma heveslerine hayran kaldım.
Yapraklar yağan yağmurun sularıyla yıkanmış, arınmış, hepsi pırıl pırıl. Kiminin üzerlerinde hala su damlacıkları. Hava, su, toprak, yani yaşamın dört unsurunun üçü yapmış tüm yapacağını. İş güneşle tamamlanmış, dördüncü unsur yani ateş, aşkı sunmuş güllerin kalbine. Yaşama aşkı, çiçek verme aşkı. O aşk ile coşmuş hepsi. Sonsuz güzelliklerini büyük bir tevazu içinde sergileyişleri, içlerindeki o aşk ile olmalı. O gonca güllerde varoluşu gördüm. Doğada Tanrı’nın kudretine, varlığına tanık oldum. Düşündükçe, seyrettikçe, arınmışlığı, saflığı yüreğimde yaşadım.
Sonra havaların birkaç güne soğuyacağını düşündüm. Gonca güller kısacık bir ömrü mü deneyimlemeye gelmişlerdi? Üzerlerine kar yağar, hava soğursa doğa anayı affedebilecekler miydi? Onların affetmek gibi bir derdi var mıydı? Yoksa yaşamı olduğu haliyle her an içlerindeki o büyük aşk ile yaşayıp, her anın teslimiyeti içinde açmaya mı bakıyorlardı? Ömür olabildiğince uzun ya da kısa fark eder miydi? Gül her açtığı goncada yeniden varoluşu deneyimlemiyor muydu? Fark edermiydi goncaların hangi mevsim açtığı? Onun için açabildiğince goncalar vermesi ve o aşkı yaşaması onun için en önemli şey olmalıydı. İşte kış başında baharı yaşamak da aşkı sürdürmesi için bir nimet değil miydi ona? Şükretmenin sessiz ve sözsüz bir yolu değil miydi sadece bu şekilde varoluşu onurlandırmak?
Sonra bir soluk dinlenmeye geçebilir kış soğuğunun altında güller, baharda daha çok canlanabilmek için güç toplayabilirler. Her kış, ölmeden ölmek gibi.. Her bahar ise yeni bir doğuş. Güllerin o saflığının ardında, varoluşa şükürlerini ve ana teslimiyetlerini gördüm. Bu kadar basitti aslında yaşamak. Yaşamak, sonsuz bir tevazu ve teslimiyet ile varlığı onurlandırarak şükretmekten başka bir şey değil..