Tanrının Sigortası Umut – Hande YÖGEN – Mart 2016
Mersin’in Mut ilçesindeki bir Mut’lu ben ileride de nasılsa Mut’lu olacağım, buna bir kelime bulayım, ileriye daha çok var uuu derken u-mutlu kelimesini bulmamıştır elbet. Hayır, eğer öyleyse hepimiz Mut’a taşınıp, mutlu mesut yaşayalım. Şaka bir yana, yarattığı hissiyattan yola çıkarsak, ben umudun mutluluktan türediğini düşünüyorum. Sonuçta umut, geleceğe dair mutlu olmak ümidini barındırmaz mı içinde? İnsanlık olarak bünyemizde doğuştan getirdiğimiz üç özellikten biridir kendisi. Sevgi ve inancın kardeşidir. Pandora’nın kutusunda son kalan iyiliktir umut ve insanlık umut sayesinde var olmaya devam eder.
Bu nedenle ben umudun hayatın sigortası olduğunu düşünürüm hep. Zira hayat ölmeye değil yaşamaya programlı ve bence umut dediğimiz şey, hayatın sen içinden diskalifiye olma diye devreye soktuğu bir destek planı. Özellikleriyse; düştüğün yerden seni kaldırıp, şefkatle sarıp sarmalayıp, kalbine gücünü tekrar doldurması. Kısacası pilin bittiğinde seni yeniden şarj edip yaşamaya geri yollayan bir arkadaş diyebiliriz onun için 🙂
Umut, en mutsuz olduğumuz zamanlarda bizi tekrar ayağa kaldıran güçtür, sihirli değnektir ve uzaklarda arama çünkü o içindedir. Ruhunun korkma ben buradayım diye fısıldamasıdır umut. İçindeki korkuların seslerini azaltırsan çok net duyarsın. Seni korkutan şey beklentidir.
Umudun içinde inanç vardır, beklentinin içinde korku. Korku ile motive olan davranışlardan mutlu sonlar beklemek ise enerjinin tabiatına aykırıdır. Kendine ya da hayata güvenmeyen insan beklentiye girer. Oysa umutta güven vardır, umutlu olan insan inanca bile ihtiyaç duymaz çoğu zaman çünkü “bilir”. Başına ne gelirse hayrınadır ve her şerden hep bir hayır doğar. Umut, o hayırlı sona zamanı geldiğinde kavuşulacağı bilgisidir. O yüzden umutlu insanlar sakin, mutlu ve huzurludurlar.
İnatçıdır umut. Tabiatına aykırıdır seni bırakmak. Çünkü aslında hayata sadece sen küsebilirsin, o sana küsmez. Barışmanız tek bir gülümsemeye bakar. İstediğin kadar kaç, istediğin kadar bakma gökyüzüne, o hep yanı başındadır. Annendir umut, sevgilindir, en yakın arkadaşın, kucağında guruldayan kedidir. Hiç tanımadığın biridir umut, sokakta koşturan çocuk, aklına gelen bir hatıra, okuduğun bir şiir, rakı şişesindeki balıktır. Sana içlerinden göz kırpması tek bir ana bakar.
Kimseyi bulamazsa içine kaçar umut. İstediğin kadar ört üstünü acı ve kederle, oturduğun kuyunun dibinde bir kez yukarı bakman yeterlidir sana uzattığı eli görmen için. O elin kime ait olduğuysa sadece senden sorulur. Belki kendi elindir o, belki evrenin, belki de Tanrının çok da fark etmez. Asıl fark uzanıp o eli tutmandan geçer.
Sevgili insan, sana uzatılan o eli geri çevirme, gözünü seveyim. Çünkü merak etme, yalnız değilsin. Herkes bir zaman, bir yerlerde düşüyor. Çünkü asıl mesele düşmen değil, sonrasında ne yaptığın. Yara izlerinden utanma, onlar kaç savaştan galip çıktığını hatırlatır sana.
Öyleyse şimdi sor kendine. Ayağa kalkıp yaşamaya gidenlerden misin, yoksa yerde sürünmeye devam edenlerden mi?
Evrimsel olarak sürüngenlerin gökyüzüne baka baka kuşlara dönüştüğünü ve bugün üstümüzde özgürce uçan o kuşların bir zamanlar süründüğünü biliyor muydun? İyi uçuşlar, umut dolu günler ve mutlu anlar dilerim…