Yaşam Dokumak
Aralık ayının sonlarını yaşadığımız şu günlerde, akşam evde camın önünde oturmuş, dışarıyı seyrediyordum. Kar yağıyordu. Kar tanecikleri sokak lambalarının ışık yansımalarına ritim tutarak dans ediyor, beyaz tüy parçacıkları misali yığınlar halinde yere düşüyordu. İnsanlar bir an evvel evlerine ulaşabilmek için koşturuyordu. Diğer tarafta, bağırış çağırış kartopu oynayan çocuklar, karda yürüyüşe çıkan çiftler, bu kar yağışını çoktan eğlence ve keyfe dönüştürmüştü.
Başımı evin içine çevirdiğimde, gözüme hemen evin en güzel yerini işgal etmiş yılbaşı çamı çarptı. Her yıl ailece süsler ve ışıklandırırdık ağacı. Ardından çarşıya çıkar, yılbaşı hediyelerini alır, hemen çamın altına yerleştirirdik. Bir de yılbaşı gecesi Noel Baba’nın getireceği hediyeler vardı. Ne gariptir ki; çocuklar Noel Babanın sadece bir imge olduğunu bilir, yine de onun getireceği hediyeleri hayal eder, büyük bir merak ve mutlulukla beklerlerdi. Tanrım, bu çocukların hayal gücü ne büyük bir hazine ve mutluluktu! Biz de bıkmaz usanmaz, her sene, aynı oyunu büyük bir zevkle oynardık. Noel Baba’nın getireceği hediyeleri çocuklardan gizli alır, yılbaşı gecesine kadar saklar, yılbaşı akşamı da çocukların, Noel Babanın sözüm ona bacadan getirdiği hediyeleri mutlulukla açmalarını seyrederdik. Hediyeleri açarken keyiflerine diyecek olmazdı.
Tıpkı evimizdeki gibi, benim oturduğum bu semtte de yılbaşı “geliyorum, gelmekteyim.” diye, günler öncesinden kendini gösterir. Her yer süslenir, özel ışıklandırmalar yapılır. Kaldırımlardaki ağaçlar bile ışıl ışıldır; süslü püslü çam ağaçları da mağazaların önlerinde yerini alır.
Bu yıl da aynı süsleme ve ışıklandırmalar yapılmıştı. Süsleme ve ışıklandırmaların arasında, kar tanecikleriyle buluşan sokağımıza bakıp bunları düşünürken, birden on beş yıl öncesine gittim. Okulu bitirip aileme öğretmenlik için başvuruda bulunduğumu, tayinimin Kars’a çıktığını ve görev yerine gitmek istediğimi söylediğimde, şaşırmış, kızmış ve üzülmüşlerdi; ama bütün itirazlara rağmen çok arzu ettiğim öğretmenlik mesleğini yapabilmek için kararımdan vazgeçmemiş, görev yerine gelmiştim.
Birkaç ay içinde, bu dağ köyüne dair izlenimlerim oluşmaya başladı. Kars’a bağlı fakir bir köydü; sert doğa koşullarına dayanmak büyükler için de çocuklar için de çok zordu. Kışın yollar genelde kapalı olduğu için, geleni gideni pek olmazdı. Kısacası kendi halinde bir köydü. Herkes, başta da ailem genç bir kadın olarak bu dağ köyünde zorlanacağımı söylemişlerdi; ama köy halkı beni bağrına bastığı için zorluklar gözüme görünmüyordu.
O zamanlar, bu köyde elektrik kısıtlıydı, televizyon da muhtarın evinin dışında kimsede yoktu; zaten olsa da çekmezdi. Bu nedenle köy halkı dış dünyada neler var, neler olup bitiyor bilmezdi; çocukların bilgileri de görsellikleri de okula giden bir avuç çocuğun okul kitaplarıyla ve yazın gittikleri ilçeyle sınırlıydı. Köy halkına dair beni en hayrete düşüren şey ise, bu köy halkının “Babadan oğula geçer “misali, bir avuç hayalleri vardı; adeta daha fazla hayale de güçleri yetmiyordu. Yaşam koşullarına uyum sağlarlarsa; büyüyecek, ilkokulu bitirecek, erkek çocuğuysa babasıyla hayvan otlatmaya veya tarlaya daha sonra da askere gidecek; kız çocuğuysa belki okula bile gitmeyecek, annesine yardım edecek, yaşıtlarıyla çeyizini hazırlayacaktı. En büyük hayalleri de kız ya da erkek olsun gönlünü kaptırdığı kişiyle evlenmekti; şayet istemediği birisiyle zorla evlendirilirse hayalleri yıkılmış oluyordu; çünkü burada babanın verdiği karara kimse direnemezdi. Bu hayaller daha sonra da anne baba olmakla sınırlı kalacaktı. Bunlar hayalden ziyade yaşamın olağanıydı. Hayalleri olmayan bu insanlar beni gerçekten üzmüş ve şaşırtmıştı.
Köye ait bu gerçekleri kavradıkça, bir şeyleri değiştirmek arzusuyla yanıp tutuşmaya, bu konuda da kafa yormaya başladım. Birden yılbaşına çok az zaman kaldığını fark ettim. Bu yılbaşı, dipsiz bir kuyu olan hayal sandığının anahtarını hiç eline geçiremeyen bu köye, başta çocuklar olmak üzere verecek, hayal sandığını açtıracaktım. İnsanların, yaşamlarını hayalleriyle süslediklerini, güzelleştirdiklerini anlatacaktım. En büyük yardımcım da Noel Baba olacaktı.
Ertesi gün, karlara bata çıka, yolda rastladığım öğrencilerimle kartopu oynayarak okula geldik. Şöyle bir öğrencilerime baktığımda çocukların üstünde başında soğuğa dayanıklı giysiler olmadığını, olanın da yırtık pırtık olduğunu fark ettim. Hep birlikte sınıfa gittik; bizimki tek sınıflı bir okuldu, bütün sınıflar aynı odadaydık. Yerlerimize oturduğumuzda artık, ben ne yapacağımı biliyordum.
Yeni yılın gelmekte olduğunu, yeni yıla girerken insanların çeşitli eğlenceler düzenleyerek eğlendiklerini, birbirlerine yeni yıl hediyesi alarak mutlu olduklarını; bir de efsaneye göre Noel Babanın olduğunu, tek amacının çocukları mutlu etmek olduğundan yılbaşı gecesi çocukların hayallerini gerçekleştirmek için onların istediği hediyeleri torbasına atıp çocuğun olduğu her eve bacadan girerek baş ucuna bıraktığını, bir bir anlattım. Yüzlerine baktığımda büyük bir gıptayla beni dinlediklerini gördüm. Noel Baba bu köye hiç gelmemişti; bırakın Noel Babadan hediye almayı, bu çocuklar, hayatlarında hiç hediye almamışlardı. Bu köyde yaşayan insanlar için hediye ne demekti ki? Eminim şimdiye kadar bu köyde hiç kimse “hediye” sözcüğünü aklına bile getirmemişti.
Yüzüme bir gülümseme oturtup onlara çeşitli Noel Baba resimleri gösterdim. Arkasından dedim ki: “Şimdi, hepiniz hayatta en çok ne istiyorsanız ne hayal ediyorsanız bir kağıda yazıp bana vereceksiniz, ben de Noel Babaya göndereceğim o da mutlaka sizin bu isteklerinizi, hayallerinizi gerçekleştirecektir; ancak Noel Baba hediyelerinizi evlerinize bacadan girerek baş uçlarınıza değil de süsleyeceğiniz bir çam ağacının altına, üstlerine isimlerinizi yazarak bırakacak. Ayrıca, size diğer bir sürprizim de Noel Babanın hediyeleri bırakacağı yılbaşı ağacını süslemek. Bunun için bir yapay çam ağacı siparişi vermiştim. Şansımıza bu ara yollar açık olduğundan, dün elime ulaştı. Artık, ağacı kurup süslemelere başlayabiliriz.” dedim.
Hemen, okul girişinin iç kısmına, çam ağacını çocuklarla birlikte kurduk; ama ağacı süsleme işini tamamen onlara bıraktım. Şöyle bir baktığımda, o bezgin, çekingen, mutsuz çocuklar gitmiş; yerine mutlu, heyecanlı, neşeli, cıvıl cıvıl çocuklar gelmişti. Ağacı bağırış çağırış süslüyorlardı. Çocukları mutlu etmek ne kadar kolaydı. Işıklandırmayı da ihmal etmemişlerdi, o gün elektrikler yanarsa ağaç ışıl ışıl olacaktı.
Ertesi gün çocuklar Noel Babadan isteyecekleri şeylerin yazılı olduğu kağıtları getirip torbaya attılar; yalnız Aykız: “Öğretmenim, babam da isteklerini yazdığı bu kağıdı yolladı, torbaya atabilir miyim?” diye sordu. Ben de: ”Noel Baba sadece çocuklara hediye getirir; ama bir deneyelim belki babanın isteğini de getirir.” dedim. Ders bitiminde evime giderken neyi nasıl yapacağımı düşünüyordum. Noel Baba bu isteklerin hepsini mutlaka getirecekti; ama nasıl? Bu arada en çok da Aykız’la Yıldız’ın babası Çoban Rıza’nın ne istediğini merak ediyordum.
Rıza, gariban, kendi halinde bir çobandı. Ama bilirim ki köydeki diğer erkeklerden farklıydı. Dünya güzeli, çok akıllı ikiz kızları ve yere göğe sığdıramadığı çok sevdiği karısı için, yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Rıza kahve falan bilmezdi, işi bitince koşa koşa evine gelir, ailesiyle birlikte olurdu. Mektup göndermesinden anlıyordum ki; Rıza’nın hayalleri vardı; hayal sandığının anahtarı onda da vardı, gerçi az kullanıyordu; ama imkanı olsa belki çok kullanacaktı, kim bilir.
Akşam olunca dilek torbasını boşalttım. Artık çocukların Noel Babadan ne istediklerini öğrenecektim; Rıza’nın mektubunu ayırdım, başladım okumaya.
Ahmet, İsmail, Necati bisiklet; Ayşe, Havva, Döndü gözleri açılıp kapanan büyük bebek; Salman subay kıyafeti; Hayriye, Hamiyet parlak ayakkabı; Samet, Hakkı, Mehmet büyük araba; Fazıl, Şemsi kızak; ama en güzelinden; diğer birkaç çocuk da bitmeyen çikolata, kaymaklı bisküvi çokça şeker istiyorlardı. Zaten toplam yirmi öğrenciydi, bu istekler karşılanabilir cinstendi, biraz rahatladım, işin maddi boyutu beni sarsmazdı. Ailemden yardım isteyebilirdim, varlıklı bir aileydik; onlar da yardım etmekten dolayı mutlu olacaklardı. Önemli olan hediyelerin köye getirilmesiydi. Allahtan yılbaşına daha on beş gün vardı da her şeyi düzenleyebilirdim.
Sıra, kenara ayırdığım iki kardeş Aykız’la Yıldız ve babaları Rıza’nın istek mektuplarını okumaya gelmişti. Aykız :”Noel Baba, ben kendime hediye istemem. Sen, anneme güzel bir elbise, babama ise hayvanları otlatmaya götürürken üşümesin diye kalın palto, çizme ne bulursan; kardeşim için de konuşan gülen bebek getir de hepsi sevinsin.” derken; Yıldız:” Noel Baba, annem son zamanlarda çabuk yoruluyor ve öksürüyor ne olursun onu iyi edecek ilaçlar ya da doktor, babam için üşümesin diye çok kalın kaban; ablama da çok kitap getir. Ben bir şey istemem .”diyordu. Bu sevgi seli, özveri gözlerimi yaşartmıştı. Son olarak Rıza’nın mektubunu açtığımda iyice şaşırdım; çünkü istek mektubu bana yazılmıştı. Kargacık burgacık bir yazıydı, okumakta güçlük çekiyordum, sözcüklerin çoğu yanlış yazılmıştı; ama ne istediğini tam olarak anlatmıştı: ”Sayın öretmen, biliyom Noel Baba diye biri yok. Ben hayalim gerçek olması için sizden yardım istiyom. Kızlarımın ikisi de böyük okullarda okusun deyom, kaderleri bu köydeki diğer kadınların aynın olmasın okusun benim gızlarım, vatana hayırlı evlat olsun, gözel gözel meslekleri olsun. Bize yol aç, destek ver; ama illa okusun.” Diyordu. Şu güzel babaya, yetiştirdiği çocuklara bakınca hepsinde ortak duygu: “Aman onlar iyi olsun, mutlu olsun.” du.
Birkaç saat neler yapabileceğimi düşündüm. Önce telefonumun çektiği yeri tespit ettim, hemen annemi arayıp olayları anlattım, yardımını istedim. Annem, bir yardım derneğinin yönetim kurulundaydı, Aykız ve Yıldız için ne yapabilirlerdi; çünkü dernek öğrenci de okutuyordu. Annem hemen ertesi gün araştırmalarını yapacaktı. Ayrıca hem beni çok özlediklerinden yılbaşında birlikte olabilmek hem de çocukların yeni yıl armağanlarını çamın altına koymada yardımcı olabilmek için tren bileti bakacaklardı, yani buraya geliyorlardı.
Hafta sonu annemle babam geldi, hasret giderdik. Biraz zahmetli olsa da Noel Babanın getirdiği hediyelerle bizim hediyelerimizi, okuldaki çamın altına yerleştirdik. Annem Aykız ve Yıldız’ın burs işini de halletmişti, kızlar Anadolu lisesi sınavlarını yatılı olarak kazanabilirlerse, üniversiteyi bitirinceye kadar dernek öğrenim masraflarını karşılayacaktı. Rıza’yla kızları bize çağırıp anne ve babamla tanıştırdım. Sonra da Rıza’ya mektubunu Noel Babaya verdiğimi söyledim ve göz kırptım. Utandı, gülümseyerek yere baktı.
Nihayet, bugün yılbaşıydı, akşam Rıza ve ailesi bize geldi. Hepimiz çok mutluyduk. Üç dört gün öncesinde, babamla annem araba tutup Rıza’nın karısı Ayşe’yi doktora götürmüşler, önemli bir şeyi yokmuş. Bakımsızlık ve zatürre başlangıcı teşhisi konmuş. Kısa sürede kendini toparlayacakmış. Yemeklerimizi yedik, güldük, oynadık. Artık müjdeyi verme zamanıydı; her şeyi ayrıntılarıyla anlattık. Çok mutlu oldular, Aykız ve Yıldız çok çalışıp Anadolu lisesi sınavını mutlaka kazanacaklarını söylediler. Ben de kızlara rehberlik yapıp çalışmalarında yardımcı ve destek olacaktım. Gecenin sonunda iyi yıl dilekleriyle ayrıldık.
Yılbaşı ertesi sözleştiğimiz gibi bütün çocuklar, hatta bütün köy okulda ağacın etrafında toplanmıştık. Olayın anlamına uygun olarak da babam Noel Baba kıyafeti giymiş, herkesi merak içinde bırakmıştı. Çocukları çağırarak: ”Artık, hediyelerinizi alabilirsiniz.” dediğinde hepsi sevinçle ağacın altına koştular, kendilerine ait olan, hediyelerini aldılar hatta Aykız’ la Yıldız da birbirleri için dilediklerini… Herkes hediye almanın doyumsuz, tatlı mutluluğunu yaşıyordu.
Tam o sırada Aykız yanıma gelerek ağacın altında tek bir hediye kaldığını söyledi. Herkes hediyesini aldığından şaşkın bir şekilde paketi elime aldım. Üstünde adım yazıyordu, açıp baktım. Bir çift yün çoraptı. Kızların annesi Ayşe örmüştü. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. Ektiğim tohumlar çabuk fide vermişti. Şu anda hediye alma verme zevki yaşıyorduk. Ayrıca biliyordum ki, çocuklara hayal sandığının anahtarını verebilmiştim, bundan böyle hayal kurabilecekler, hayallerinin peşinden gitmeye çalışacaklardı.
Kars’taki bu dağ köyündeki öğretmenliğimden; bu köye bir doktor, bir öğretmen kazandırdım. Evet, Aykız, doktor; Yıldız öğretmen oldu. Kazandırdım demeyeyim de yollarını açtım. Hala ikisiyle de büyük bir keyifle görüşüyoruz.
Aykız son telefon görüşmemizde, mecburi hizmetini yaptığı Mardin’de; Yıldız’ın da İzmir’de olduğunu söyledi. Aykız, hastalarının gerçekten hayal kurmaya, umut etmeye o kadar çok ihtiyaçları olduğundan söz edip:” Sizin bize öğrettiğiniz şekilde onlara umutlanmaktan, hayal kurmaktan hiç vazgeçmemeleri gerektiğini anlatıyorum. Biz de buralara sizden öğrendiğimiz şekilde umut ederek, hayallerimizin peşinden koşarak gelmedik mi? Babam bizim okumamızı hayal etmeseydi, Noel Baba torbasına o mektubu atıp sizden yardım ister miydi? Hiç sanmıyorum; çünkü insanın hayalleri hiç yapılmayacak şeyleri yaptırır. Aslında bizim köyde sizin çabalarınız ve çalışmalarınızla kutladığımız o yeni yılda, siz bizim Noel Babamızdınız. Yıldız’la bana yeni bir yaşam armağan ederken köy insanının da ufkunu açmıştınız.” diye anlatıyordu.
Ben bu düşüncelere dalıp gitmişken, kar durmuştu bile. Pencerenin önünden kalktım. Kızlarımı düşündüm. Çoban Rıza gibi, şimdi benim de iki kızım var. Eşim ve ben kızlarımıza hayal kurmanın yaşamı renklendirip şekillendirdiğinden söz ederek; asla bundan vazgeçmemelerini, en önemlisi de hayal sandığının anahtarını nasıl kullanmaları gerektiğini her fırsatta anlatıyoruz.
İnsanlık Güneşi Vakfı – Birlikte Yazma Atölyesi
Hümeyra ÇINAR, Ocak 2021