Şubat eski takvimlerdeki son aymış. Hala takvimlerini Mart ayındaki gündönümü ve yeniden doğuşla başlatanlar var. Yeniden doğuş iyi hoş da, bahar, bahar diye beklenen mevsim bazılarına neşe değil, hüzün veriyor. Güzelim Selanik türküsü “Bülbülüm Altın Kafeste” işte böyle bir hüznü anlatıyor;
“…
Bülbülleri har ağlatır,
Âşıkları yar ağlatır,
Ben feleğe neylemişim,
Beni her bahar ağlatır.
…” (1)
Şubat yılın sonu; tamam! Bir şeyler bitiyor, ama biten her şey değil…
Sanki hiç bitmeyecek karanlık soğuk günlerin yaşandığı, yazdan saklanan erzağın, sabrın ve umutların tükenmeye başladığı doğru. Ama aynı zamanda, gelecek baharın vadettiği güzel günlerin yaklaştığını da hissediyorsun; içinde bir kıpırtı var, bir heyecan var. Kış ve karanlık sona eriyor. Ve sen bu kış, karanlığı aşma gücün olduğunu bir kez daha ispatladın kendine. Mevlana’nın (kim bilir nasıl bir ruh hali ile ya da hangi sıkıntılı günde) söylediği gibi;
“Sanmasınlar yıkıldık, sanmasınlar çöktük,
Bir başka bahar için, sadece yaprak döktük…” (2)
Şubat yılın sonu; tamam! Bir şeyler bitiyor, ama biten, yeniden başlama gücü değil…
Aslında Şubat yeni başlangıçların ayı; umudun yeşerdiği ay, sevgililerin ayı, dualarla ağaç dikilen ay… O kupkuru sanılan dalın, toprakla buluşup can suyunu aldıktan sonra nasıl tomurcuklandığını kim bilir kaç kere izledin. Ağacı, güneşi, umudu, sevgiyi, ha açtı ha açacak diye heyecanla bekleme zamanı artık.
Kış varmış, kar yağmış, kimin umurunda? Özdemir İnce, bir Şubat ayında yazdığı şiirinde aynı duyguları anlatmış;
“Bu yıl erken bastırdı kış!
Yağmur yağıyor, yağmur yağdıkça seviyorum seni.
Kar yağıyor, kar yağdıkça seviyorum seni.
Karaya vurdukça, sular dondukça,
Üşüdükçe, bir şeyler yitirdikçe, umudum kırıldıkça,
Çıkmaza girdikçe yaşam, yüreğim sıkıştıkça,
Sen değiştikçe daha çok seviyorum seni.” (3)
Şubat yılın sonu; tamam! Bir şeyleri geride bırakman gerekiyor, ama bıraktığın her şeyin değil…
Türkler Şubat’ı Gücük (küçük) diye adlandırmış, biraz küçümseyerek. Ama Romalılar Şubat ayını önemseyip, arınma tanrıçası Februus’a adamış. Kadın eli değmeden arınmanın mümkün olmadığını ben biliyorum, sen biliyorsun, Romalılar bile biliyormuş. Tanrıçalar konusuna hiç girmeyeceğim, ama eğer Şubat, söylendiği gibi arınma ayıysa, bazı şeyler de Şubat’ta kalmalı demektir… Öyleyse bırak! Tomurcuklanmayacak dalları dikmekten vazgeç ki bahar geldiğinde yeşillenebilesin… Bir başka Özdemir, Özdemir Asaf da, Şubat’ta bırakman gerekenler için bir “Bakı” (fal) açmış;
“Kendi bahçesinde dal olamayan biri
Girmiş bahçeme ağaçlık taslayor.” (4)
Şubat yılın sonu; tamam! Bazı yollar sona eriyor, ama bu, yolun sonu değil…
Bir güzel kadın, soğuk bir Şubat günü şöyle demişti; “Baharın gelişi, bir yaprağın çevrilip, tertemiz bir sayfanın açılması gibidir. Bir önceki sayfanın da değeri ve sakladıkları çoktur. Ama biz insanlar nedense yeni olanı daha çok sever ve heyecanla bekleriz… Bahar bu yıl yepyeni güzellikleri getirsin umalım…”, Ataol Behramoğlu da mutluluğa, umuda açıyordu penceresini;
“Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini” (5)
Şubat yılın sonu; tamam! Bir şeyler bitiyor, ama biten, umut değil…
Kış içe kapanış, içe kapanış hayat muhasebesi, hayat muhasebesi defterin pişmanlıklar ve hayal kırıklıklıklarıyla dolu sayfalarını açma zamanıdır pek çoğumuz için; kaç baharın geçtiğini hesaplama mevsimi… Oysa Şubat, hayıflanmanın değil, yaklaşan güzel günlere hazırlanmanın ayıdır. Bir başka güzel kadın, aynı soğuk Şubat gününde Candan Erçetin’in “Bahar” müjdesiyle desteklemişti beni;
“Sen bana müjde misin umut musun sevgili
Kim demiş geçti mevsim ufukta göründü kar
Bu kaçıncı bahar sakın sorma sevgili
Benim yorgun gönlümde aşkının telaşı var
Bu kaçıncı bahar sakın sorma sevgili
Benim olgun gönlümde aşkının telaşı var” (6)
Şubat yılın sonu; tamam! Kaç bahar geldi geçti, ama bu baharların sonu değil…
Aslında Şubat yeni yolculukların ayı; kimisi güneşli sahillere ulaşmış, kimisi seni çıkmazlara sürüklemiş önceki yollardan topladıklarını sırtlanıp, daha önce gitmediğin bir yere doğru, mutluluğa doğru, biraz ürkerek, ama hep umutla yola çıkmanın, Attila İlhan’ın dediği gibi “Şubat Yolcusu” olmanın zamanı;
“Seni kim çizebilir Şubat yolcusu?
Yalnız akşam olsun, dağınık olsun.
Ceplerinde bozuk bir bulut uğultusu.
Geceleyin dörtte bir ölüm korkusu,
Dörtte dört sabaha karşı yağmursun.
Seni kim çizebilir Şubat yolcusu?
Bütün çizgileri bozuyorsun…” (7)
Haydi, tak kanatlarını artık; şimdi yola çıkma zamanı! Yolun açık olsun…
Nedim Birol YÜRÜTEN
Ankara, Şubat 2017
Alıntılar:
- Öndesev, Ali Şevket (Kaynak), “Bülbülüm Altın Kafeste”, Derleyen: Muzaffer Sarısözen (derlemeyi Atatürk ile birlikte yaptığı söyleniyor)
- Rumi, Mevlana Celaleddin, “Mesnevi”, Doğan Kitap, 2015 (Çeviren: Mehmet Bahaettin Veled Çelebi İzbudak)
- İnce, Özdemir, “Şubat Ayında Ankara’da”, Şiir Sitesi, 2005, http://siir.sitesi.web.tr/ozdemir-ince/subat-ayinda-ankarada.html
- Asaf, Özdemir, “Bakı”, “Bir Kapı Önünde”, Adam Yayınları, 1995 (Özdemir Asaf bu şiirinde olduğu gibi, bir dönem şimdiki zaman ekinin getirdiği ünlü daralmasını reddetmiş, “taslayor”, “bakmayor”, “bekleyor” şeklinde kullanmayı, ayrıca “diyecek” yerine “deyecek” yazmayı yeğlemiştir.)
- Behramoğlu, Ataol, “Bahar”, Şiir Sitesi, 2015
http://siir.sitesi.web.tr/ataol-behramoglu/bahar-siiri.html - Erçetin Candan, “Bahar”, “Kırık Kalpler Durağında”, Pasaj Müzik, 2009 (Söz: Ayşe Kulin)
- Çelik, Yakup, “Şubat Yolcusu – Attila İlhan Şiiri”, Akçağ Basım Yayım, 2007
2 Yorumlar
Yorum yazabilirsiniz
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Ağzına sağlık Birol’um şubata hiç böyle bakmamıştım. Onbir ayın öksüzünü şimdi daha çok seviyorum..
Nedim Bey sizinle bir bakıma yazılar dünyasında tanıştık. Birbirimizi, hayata olan bakış açımızı yorumlarımızla ölçümlendirdik. Kaleminiz beni hiç yanıltmadı. Şiir gibi yazdığınız bu yazıyla yoğun bir kışın ardından baharı hissettiğim bu günlerde yeniden doğuş çok anlamlı gözüktü gözüme. Zaten ben yeniden doğuşların kadınıyım, Mart ayında doğmuşum ve yazınızın ne anlatmak istediğini iyi biliyorum. Hayat bir bütün ve bu bütünün başını , sonunu aramak çok anlamlı değil belki ama hayata umudun yeni bir adımı olabilmesi açısından bu tarz eşikleri seviyorum. Nefis bir yazıyı çok severek okudum.