Bir Anadolu Öğrenme Kahvesi Diyaloğu
Nedim Birol YÜRÜTEN
Yaş günümdü ve akşamüstü aynaya baktığımda gördüğüm ile görmek istediğim bu kez aynı değildi. Sanki biraz önce biri gelmiş, saatleri yıllarca ileri almıştı! Yüreğime, mahalle maçında yenilip, başı önünde evine dönen çocuğun burukluğu ve çaresizliği doldu. Kafamda bütün bu düşüncelerle deniz kenarına gittim. Alçalan güneşle yavaş yavaş soğumaya başlayan hafif nemli kumların üzerine oturup, o enginliği sindire sindire seyretmeye başladım.
Zamanın dışına çıkabilme umuduyla, denizden yardım istedim. Ne mümkün! Dalgalar, bana bir şeyler anlatmak ister gibi peşpeşe, köpük köpük sahili dövüyor, sanki bana ulaşmak için çırpınıyordu. Kimisi başaramayıp, boynu eğik geri dönerken, kimisi vazgeçmedi, o serin huzuru bana sundu, öyle gitti. “Aslında birden fazla dalga yok, aynı su bu dövünüp duran” diye düşündüm, “ama farklı şekillerde karşıma çıkıyor. Belki de bana farklı deneyimler, duygular yaşatmak için, farklı maskeler takıyor.”
Zaman da böyle mi yapıyor acaba? Birbirinden farklı ve birbirini izleyen “an’lar”, aslında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi tek, bütün ve geniş bir an’ın maskeleri mi?
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında.
O anda şu dikkatimi çekti; bana ulaşan dalgalar ayağımın üstüne bir avuç kum getirirken, ayaklarımın altından da bir avuç kumu alıp götürüyordu; “al bir de buna bak, belki bu diğerinden farklıdır” diyerek “dalga geçer” gibi. Ama ben aynı ben, kum aynı kum, su aynı su! Zaman aynı zaman…
Halil ÖZMEN
“Evrende değişmeyen tek şey her şeyin değiştiği gerçeğidir” diye öğrenmiştik çocukken. Herşey değişir, yani herşey hareket eder. Hareket fiziksel, kimyasal, astral, ruhsal veya başka şekillerde olabilir. Ama hareket vardır. Hareketin olmadığı ortamda hiçlik vardır, yani orada birşeyin var olduğunu söyleyemeyiz.
Hareket ile zaman arasında bir ilişki var mıdır?
– Geçmiş, şimdi, gelecek.
– Önce, sonra.
Hangisi zamanla daha yakından ilgili?
Biraz önceki “şimdi” artık geçmiş oldu. Sonraki geleceğin bir kısmı geçmiş olacak, bir anı şimdi olacak, gerisi hala gelecek olarak kalacak…
Yoksa bunlar sadece bir illüzyon mu?
Gerçekte “şimdi” var mı?
Şimdiyi yakalayabilir miyiz?
O anı tutabilir miyiz?
Yoksa “şimdi” hiçbir zaman ele geçmeyecek bir hayal midir?
Ya da, sadece şimdi mi vardır?
Geçmiş veya gelecek diye şeyler yok mudur? Geçmiş dediğimiz şey sadece belleğimizde depolanmış ve bizlerin “anı” dediğimiz bazı sinyallerden mi ibarettir? Bir şey beynimize “anı” dediğimiz sinyalleri yerleştirebilir mi? Matrix filmindeki senaryo gerçek olabilir mi?
Ya gelecek? Nedir gelecek? Olasılıklar mı? Yoksa olmayasılıklar mı?
Belki “TÜM ZAMANLAR HER AN MEVCUTTUR”. Bu beş kelimenin 45-46 yıl kadar önce bir gün beynimde çaktığı gibi midir gerçek?
Son yıllarda kuantum fizikçileri de benzer kavramlardan bahsediyorlar. İnsanlığın en büyük yanılgısıdır ZAMAN! Belki ZAMAN akıp giden bir şey değildir. “Zaman” varlığın bilinç düzeyiyle ilgili de olabilir.
“İlahi Nizam ve Kainat” kitabında belirtildiği gibi “bilincin gelişimi ile zaman kavramının genişlemesi başbaşa yürüyen şeylerdir” fikri bana çok anlamlı geliyor.
Bilinç düzeyi bizim şu an kavrayamayacağımız kadar gelişmiş varlıklar için ZAMAN bambaşka birşeydir büyük olasılıkla. Bilinç düzeyimiz yükseldikçe, “basit (yüzeysel) zaman”dan “asli zaman”a doğru zaman kavrayışımız gelişecektir.
Dünyanın son birkaç milyon yılda yaşadığı evrimi, bir başka gezegenin 100 milyon yıl önce yaşadığını düşünelim. Bizim gezegenimizin 4,5 milyar yıllık yaşının yanında 100 milyon yıl yaklaşık %2 gibi çok kısa bir süredir!
Bir başka gezegende %2 daha hızlı evrimleşme olduysa (ki trilyonlarca yıldızın etrafındaki trilyonlarca gezegenin bazılarında bunun olmuş olma olasılığı çok yüksektir), biz dünya insanlarından belki 100 milyon yıla karşılık gelecek şekilde daha ileri bilinç düzeyindeki varlıklar olabilir (Bence kesinlikle vardır!).
Bırakın bir karıncayı veya solucanı, DNA’sı insanla %99 aynı olan bir maymun bile, dünya insanlığının uygarlığını (Hubble teleskopundan, kara delikler kuramlarına kadar…) anlamaktan ne kadar uzaksa, biz insanlar o gelişmiş varlıkları, onların zaman kavramlarını ve uygarlıklarını anlamaktan çok daha uzağız. Yani aslında bir tek şey biliyoruz, o da insanlık olarak hiçbir şey bilmediğimizdir. “Gelecek”te – eğer gelecek/geleceğimiz varsa – zamanı daha iyi anlayacağız.
O zamana kadar bazılarımız “anı” yaşamaya çalışırken, bazılarımız da “ideallerimiz doğrultusunda geleceği inşa etmeye” çalışacağız.
Gülin KARABAĞ
Belki çoğumuza farklı hatta ters gelecek ama zamanın sırrı henüz çözülmediği için “carpe diem – anı yakala” düsturunu ya da “an” kavramını yanlış anladığımızı düşünüyorum. Aslında “carpe diem” ve “memento mori – öleceğini unutma” her şeyin dengeli, altın oranlı, matematiksel ve ölçülü olduğu Rönesans’a tepki olarak ortaya çıkan “Barok” (ki Portekizce ‘düzgün olmayan inci’ anlamındaki ‘barocco’ sözcüğünden gelir) akımının iki temel sloganıdır. Sanki zıt iki sloganmış gibi görünseler de aslında her şeyin gelip geçici olmasından dolayı “anı yaşa” mantığı verilmek istenmiştir. İşte biz de bunu alıp anlamadan günümüze yapıştırdık maalesef…
Diğer taraftan Atatürk’ün vizyonerliğinden ve geleceğe ilişkin öngörülerinin ne kadar doğru olduğundan bahseder dururuz. Daha manastır yıllarında bile aldığı derslerden okumalarına, planlarından konuşmalarına kadar her şey geleceğin Türkiyesiyle ilgilidir. Çünkü O, daima çok net gördüğü ve odaklandığı geleceğe ilişkin vizyonuna tutunmuştur; an’a değil! Şimdiyi yaşadığı kare adeta yok gibidir. Her halinde, her tavrında, her düşünüş, fikir ve icraatında geleceği yeniden şekillendirme hali içindedir. Bence asıl zamanı yakalayanlar ya da zamanın sırrını çözenler şimdiyi değil geleceği ve ona ilişkin vizyonlarını yakalamaya ve onu gerçekleştirmeye çalışanlardır.
“Şimdinin gücü”, “anı yakala” ve benzeri söylemler gelişmemiş toplumları uyutmak için birer teselli olabilir mi acaba? Bizler geleceği kurgularken siz an’da, şimdi’de kalın der gibi… Oysa düşleri olanlar asla uyumazlar.
Ya daaa…
Şu “an” dediğimizi sonsuz zamanla, zaman ötesiyle harmanlayarak yeniden tanımlamalıyız. Yoksa “Pro aeternitas carpe diem – sonsuzluk için anı yaşamak” hakikatine erişemeyiz gibi geliyor.
Özlem KAYA
Gönülden katılıyor ve bir ekleme yapmak istiyorum. “Carpe Diem/anı yaşa” ya da “seize the day/günü yakala” kavramları son dönemde çok gündeme getirilen, kişileri an’daki gerçek duygularını görmek ve sahip çıkmak yerine tasasızlığa yönelten politikalar gibi. Değilse bile anlam ciddi ölçüde daraltılarak sosyal mecralarda – neden hiç bir hüznümüzde, tasamızda, gözyaşımızda an’da kalmayı deneyimlemediğimizi düşünmeden – sadece keyif anlarının altına düşülen notlara dönüştü maalesef. An’da yaşamak değil, “an için yaşamak” halini almış. Uzun vadede yine de bir şeye hizmet edebileceğini düşünmekle birlikte, uyutma ve hatta yönetme isteğiyle bilhassa yaratılmış politikalar olma ihtimalini de dikkate almak gerek.
“Şimdinin gücü” ise kısmen kelimelerin kifayetsizliğine kısmen de anlam transferine kurban gitmiş bir kavram; aslında an’daki deneyim aracılığıyla zihinsel süreçlerin yanı sıra “mevcut olmak”la, varlığına, varlığının bütününe alan açmak asıl kastedilen.
“Şimdi’nin gücü mevcudiyetinizin gücüdür, yani bilincinizin düşünce formlarından kurtulmasıdır.”
Eckhart Tolle
“Şimdi” ya da “an” kelimeleri ile ifade bulsa da “zaman”la değil “zamanın ötesinden bakmak” ile ilgili bir ifade aslında. Mevlâna Celâleddin Rumi şöyle der: “Geçmiş ve gelecek Tanrı’yı bizim gözümüzden saklar; her ikisini de ateşe atıp yakın.” Yani zamandan özgürleşerek yaşadığımız deneyim aracılığıyla VAROLUŞ’a açtığımız bir pencere mevcudiyet (presence). Benzetme yerinde ise pergel misali, bir ayağının şimdi ve burada, diğer ayağının ise sonsuz potansiyellere açık olması.
İşte o zaman ATAmız gibi bir yandan an’da zorlu bir savaş sürecini yönetirken bir yandan da zamanın ve mekanın ötesinden bakarak “geleceği bugüne dönüştürme” yoluna tüm mevcudiyetini adayabilir insan. Ki zannımca o pencereden bakınca her ikisi de -hem savaş, hem devrimler- aynı şeye hizmet ediyordu.
An’ın penceresinden bakarak ötesinde, sonsuzlukta görülen o büyük resme, o resimdeki iklimi bugüne taşımaya…
Memet Ali KAYA
Bu farklı ve özgün paylaşımlarınız bende şunları hatırlattı;
Zaman düşünceyle, bilinçle, farkındalıkla ilgili bir akış, bir nehir misali… Kimi de dairesel bir yapı olabileceğini söylüyor. Belki de kendine özgü “canlı bir varlık”. Tıpkı insan gibi, doğa gibi, evren gibi, bağımsız ve özgün bir varlık. Hepsi de mümkün. Neden olmasın?
“Yaradılış Bilincine” göre zaman; buna bağlı olarak da düşünce ve eylem “Doğrusal/Lineer”dir. Bugünü ve yarını ardışık bir şekilde “yatay planlama/zaman” algısıyla etkiler ve yaratır.
“Varoluş Bilincine” göre zaman; buna bağlı olarak da düşünce ve eylem “Spiral”dir. Tüm zamanlara yani düne, bugüne ve yarına eşit veya uygun mesafededir. Bu bilinç düzeyi, geleceği etkileyebildiği gibi geçmişi de derinden etkiler, dönüştürür ve böylece var olanı “dikey planlama/zaman” algısı ile yeniden var’eder. Biz aynı zaman ve mekan içinde yaşadığımızı zannederken aslında “var olanın” çekirdek yapısı – DNA’sı çoktan değişmiş olur.
“OL’uş Bilincine” göre ise zaman; buna bağlı olarak da düşünce ve eylem “Noktasal”dır, yani boyutsuzdur. Bu bilinç düzeyinde “dikey ve yatay planlama/zaman” sıfır noktasında kesişir ve bu sıfır noktası sonsuz potansiyelleri barındırır, sürekli yeni Yaratım’lara ve Varoluş’lara gebedir. Özgür ve bağımsız bilinç düzeyi, bu sonsuz potansiyellere sürekli “ALAN” açar.
Yaşam içinde bunların hepsi vardır ve Gerçek’tir. Bir aradadır ve biri diğerini kapsar.
İçinde bulunduğumuz tüm düşünce ve eylemlerimiz (ki bunlar “BUGÜN” demektir), içimizde var olan evrensel değerleri ve bütüne hizmeti (ki bunlar “GELECEK” demektir) esas aldığında yaşam, zaman ve mekanın etkisinden bağımsızlaşır ve özgür kalır. İşte o zaman Düş’ler ve Düş’ünce’ler Gerçek olur.
Aklıma gelmişken “Arrival 2016” filimini bu bağlamda izlemenizi öneririm.
Anadolu Öğrenme Kahvesi
Diyalog Masası
Mart 2018 – Eylül 2019